Güney Asya Turu – Bölüm 3

Güney Asya Turu – Bölüm 3

Seyahate çıkıp da bir şey kaybetmeyen var mı? Ho Chi Minh’de kaldığım evi sabah terk ederken defalarca dolaşıp hiçbir şey unutmadığımdan emin olmama rağmen, Komoot uygulamasının oluşturduğu rotada şehrin dar sokaklarında ilerlerken banyo kapısının arkasında havlumu unuttuğumu hatırladım. Artık yeni bir havlu almayacağım ve bu hatamın cezasını turun sonuna kadar çekmeliyim ki bir daha bir şey unutmayayım. Planım basit: Duş aldıktan sonra üzerimden çıkan giysileri ters çevirerek onlarla kurulanacağım.

Bu arada, Komoot’un şehir içindeki gravel rotaları tam bir keşmekeş! Şehirde yaşayan herkesin bildiği, uyuşturucu ticaretiyle anılan mahallelerden birine soktu beni. Sokaklar giderek daraldı, en sonunda yol tamamen bitti ve bir evden diğerine geçen geçitlere dönüştü. Geri dönmek zorunda kaldım. Ancak nihayet bu kaostan çıkıp Vietnam’ın gerçek doğasına kavuştum.

Yaklaşık 10-15 kilometre asfalt yolda ilerledikten sonra tamamen toprak yola geçtim. Solumda bir nehir, sağımda ise sık bir orman vardı. Akşam saatlerine doğru sınıra yaklaşırken cebimde kalan son Vietnam paralarını harcamam gerekiyordu. Şirin bir evin altında yemek yapan bir ablanın dükkânına girdim ve Vietnam mutfağının klasiklerinden “Pho” çorbasını içtim. Çorbanın sıcaklığı ve lezzeti yorgunluğumu bir nebze hafifletti. Bu arada elektronik cihazlarımı da şarja takarak doldurdum.

Günün sonunda 95 kilometre pedal çevirerek Vietnam-Kamboçya sınırına, yani Bavet kapısına ulaştım. Vize işlemleri yaklaşık 20 dakika sürdü ve 35 dolar karşılığında giriş yaptım. Hemen ardından döviz bürosu aramaya başladım ama şaşırtıcı bir şekilde bulamadım. Genellikle yeni bir ülkeye girdiğinizde döviz bozdurmak isteyenler üzerinize atlar ama burada öyle bir şey olmadı.

Biraz ilerleyince bir dükkân bulup SIM kart satın almak istedim. Kamboçya’da SIM kart olayı biraz ilginç. 2-3 dolar civarında bir SIM kart alıyorsunuz ve sonrasında 4000 ya da 5000 riel karşılığında 15 GB internet paketi yükleyebiliyorsunuz. Fakat bu paket sadece 1.5 hafta geçerli. Ülkemizde eskiden satılan kontör kartları gibi bir sistem var. Bu kartları hemen her yerde bulup alabiliyorsunuz. Dükkândaki kadın Çinliydi. Biraz sohbet etmeye çalıştım, Çin’e gittiğimi ve ülkesini çok sevdiğimi söyledim ama pek ilgili görünmedi. Neyse ki SIM kart işini hallettim, toplamda 5 dolara mal oldu. O sırada ülkede neden döviz bürosu olmadığını anladım: Dolar, Kamboçya’nın resmi para birimiyle birlikte kullanılıyor! 4000 riel, 1 dolara eşit. Ancak bu durum, zamanla bir dolandırıcılık yöntemi hâline dönüşmüş.

Örneğin, bir bakkaldan kutu kola alıyorsunuz, fiyatı 1 dolar. Ertesi gün başka bir yerde aynı kola bu kez fiyatı 2 dolar olabiliyor. Aynı ürün farklı yerlerde değişken fiyatlara satılıyor çünkü ülkede en düşük nominal değer olarak dolaşımda olan para birimi 1 dolar. Ara değerler daha doğrusu cent yani bozuk paralar olmadığı için değeri 1.5 dolar olan bir ürünü 2 dolara satmak zorundalar.  Buçuklu bir fiyatlandırma mümkün olmuyor. Ya 1 dolar ya da 2 dolar ödüyorsunuz. Üstelik Kamboçya’ya gitmeden önce mutlaka dolarlarınızı 20’lik veya 50’lik banknotlar hâlinde yanınıza alın. Çünkü 100 dolar, burada küçük bir işletmenin haftalık cirosuna denk düşebilir ve dükkan sahibi size para üstü çevirmek için komşu esnaflar ile konsorsiyum yapmak zorunda kalabilir. Ben genellikle dolar verip üzerini riel olarak aldım, böylece ileride yapacağım harcamalarda riel kullanarak daha az kayıp yaşadım.

Bavet şehrine gelince… Burası tam anlamıyla Çinliler tarafından ele geçirilmiş bir şehir. Her yerde kumarhaneler var. Büyük ihtimalle Vietnamlı ve Çinli turistlere hizmet veriyorlar. Kamboçya’da dikkatimi çeken en büyük şeylerden biri, ülkenin Çin’in ekonomik pençesi altına girmiş olmasıydı. Çin, burayı tele-dolandırıcılık faaliyetleri için bir arka bahçeye çevirmiş. Birçok Türk vatandaşı da bu dolandırıcılık şebekelerinde esir olarak çalıştırılıyor. Yanlış duymadınız, esir olarak! Google’da “Kamboçya esir Türkler” diye ararsanız bununla ilgili haberleri görebilirsiniz. Hatta Murat Ağırel’in bu konuda yaptığı detaylı bir araştırma videosu bile youtube’ta var.

Bavet şehrinin çıkışına doğru gelince haritama baktım ve yakınlarda bir göl gördüm. Bisikletimi hemen oraya doğru çevirerek gece kamp yapmak için uygun olacağını düşündüm. Gölden su içmek için gelen sığırlardan dolayı zemin oldukça kötüydü. Küçücük çadırıma dümdüz bir alan bulmakta oldukça zorlandım. Vietnam’dan aldığım yiyecekler ile akşam yemeğimi hazırladım ve çadırıma çekilmek zorunda kaldım. Göller güzel ama sivrisinekleri unuttum 🙂 Asya’nın sivrisinekleri de oldukça acayip. Memleketimde sivrisinek ısırıkları ertesi gün geçerken burada sivrisinek yaraları 20-25 gün iyileşmiyor, kendinize dikkat edin. Böylece seyahatimin ilk gününü geride bıraktım. Önümde Kamboçya’nın bilinmezliklerle dolu yolları vardı ve daha keşfedecek çok şeyim bulunuyordu.

Sabah çadırımdan çıktığımda dışının tamamen nemle kaplı olduğunu gördüm. Açıkçası, böylesine sıcak bir iklimde kış ayında bu kadar yoğun nem beklemiyordum. Ancak doğa, insanın bildiğini sandığı şeyleri sürekli sorgulatan bir öğretmendir. Muhtemelen su kenarında olmamdan dolayı sabah aşırı neme maruz kaldım. Hızla eşyalarımı toparladım ve yola koyuldum. Vietnam’dan yanıma aldığım birkaç muz ve bisküviyle kahvaltımı yaptım. Gecenin dinginliğinden sonra, yeni bir günün enerjisiyle pedallarımı çevirmeye başladım.

Kamp yaptığım noktadan ayrıldıktan sonra yol giderek kötüleşti. İki pirinç tarlasının arasında bulunan toprak yoldan yavaşça ilerledim. Toprak yolun titreşimleri, bisikletime ve vücuduma işliyordu. Bu yollarda sürmek, yalnızca fiziksel bir mücadele değil; aynı zamanda zihinsel bir sınav. Bir süre sonra, fabrikaların sıralandığı bir anayola çıktım. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen yol oldukça hareketliydi. İşe giden Kamboçyalı işçiler, açık kasalı kamyonlara tıka basa doluşmuş haldeydiler. Bir insanın yaşam tarzı ne kadar zor olursa olsun, zamanla bu zorluğu kanıksıyor. Belki de mutluluğun sırrı, koşullardan bağımsız olarak hayatı olduğu gibi kabullenmekte yatıyor. Bu ülkenin imajı ve insanları yavaş yavaş beynime bu şekilde oturmaya başlıyor.

Güney Asya’da hangi mevsimde olursa olsun sabah erken kalkıp yola koyulmak gerekiyor. Ben kış mevsiminde burada olmama rağmen daha sabah 9’da sıcaklık 25 dereceye ulaşıyor. Saat 10-11’e kadar yapılan yol, günün geri kalanına büyük bir avantaj sağlıyor. Mevsim dolayısıyla öğle saatlerinde bile fazla rahatsız olmadan sürebiliyorum, ancak buranın yaz aylarında nasıl kavurucu olduğunu daha önce burayı gezen gezginlerden dinlemiştim. Özellikle yakın zamanda burada pedallamış olan Yasemin ve Murat’ın (dünyaperestiz) videoları ülkenin önizlenimi açısından çok faydalı oldu. Zaman zaman düşünüyorum; doğa, insanı kendi ritmine uymaya mecbur bırakıyor. O ritme karşı direnmek, suya karşı kürek çekmek gibi. Sabahın serinliğinde pedallamak, doğanın sunduğu bir pencere ve bu pencereyi kullanmayanlar, öğle sıcağında onun acımasız yüzüyle karşılaşıyorlar. O yüzden sabah 5 gibi uyanıp 45 dakika içinde yolda olmayı Güney Asya seyahatimde alışkanlık haline getirdim ve bunu hiç aksatmadım. 

Kamboçya’nın ulaşım ağı oldukça basit. Ülkede dört ana yol var. Bunlardan ikisi doğu-batı ekseninde uzanıyor. Diğer ikisi de Kuzey-güney. Doğudan batıya olan iki ana yol ülkenin omurgasını oluşturuyor. Birisi, ülkenin ortasında yer alan Tonle Sap Gölü’nün kuzeyinden geçerek önce Siem Reap’e ve oradan Tayland sınırına kadar uzanıyor. Diğeri ise gölün güneyinden Battambang’a doğru ilerleyip Tayland sınırına yaklaşınca gölün kuzeyinden giden yol ile tekrar birleşiyor. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan ise diğer iki anayol. Bunların dışında kalan yolların büyük bir kısmı ise toprak-gravel yollar. Bu dört ana yol, Kamboçya’nın ekonomisini taşıyor. Asfaltın olmadığı bu coğrafyada, yaşam bu tozlu yolların etrafında şekilleniyor. Yolun sağında ve solunda sıralanmış evler var; buranın bir “arka sokağı” yok. 700-800 kilometrelik bir yol boyunca, tüm ülke bu şeridin çevresinde yaşıyor. Bunu görmek, bana zamanın ne kadar farklı aktığını düşündürüyor. Büyük şehirlerin gökdelenleri arasında kaybolan modern insan için, burası neredeyse başka bir zaman dilimi gibi. Burada zaman sanki çok daha yavaş ilerliyor, günler daha uzun, saatler ise 60 dakikadan fazla gibi. Teknoloji ise oldukça geride. Fakat akıllı cep telefonları Kamboçya halkının kafasını çok karıştırmış. Bildiğiniz üzere Türk insanları 2000’in başlarından itibaren internet ile tanıştılar, kablolu bağlantıların ardından cep telefonlarımız ile her şeye anında erişebilir hale geldik. Biz telefonlara, masaüstü bilgisayardan ve laptoplardan geçtiğimiz için teknoloji bizler için adım adım ilerledi fakat kamboçya halkı bilgisayar ve kablolu internet evresini atlarak doğrudan mobil internet ve akıllı telefonlara kavuştuğu için kendilerini dipsiz kuyunun içinde buldular. Halkın en büyük eğlencesi 1.5 dolarlık 15gb internet ile kaydır kaydır bitmeyen TikTok videoları 😆 Şu an Kamboçya TikTok ile oldukça meşgul halde diyebilirim.

Kamboçya evleri de oldukça ilginç. Geleneksel olarak kolonlar üzerine inşa ediliyorlar. Zemin kat boş ve örülü duvar yok, yaşam alanı merdivenle çıkılan üst kısımda yer alıyor. Bu mimari tercih, hem yağmurlu mevsimlerde su baskınlarına karşı bir önlem hem de sıcak iklimde gölge alan yaratmanın bir yolu. Evlerin altındaki boşluk genellikle ticari bir alan olarak kullanılıyor ve insanlar günlerinin çok büyük bir kısmını bu alanda geçiriyor. Bu alt kısımlarda mutfak, tuvalet, hamak gibi imkanlar da var. Kadınlar bu alt kısımlarda yemek yapıp satarken, erkekler ise lastik tamiri, bakkalcılık ve ufak tefek tamir işleriyle uğraşıyorlar. Bir dükkâna girdiğinizde aynı anda restoran, bakkal ve tamirciyle karşılaşmak oldukça sıradan bir durum. Başta şaşırtıcı gelen bu yaşam tarzı, zamanla anlam kazanmaya başlıyor. İş kaynaklarının azlığı, insanları bu şekilde çalışmaya yönlendiriyor. Hayatta kalmak için çok yönlü olmak gerekiyor; bu, belki de modern dünyanın unuttuğu bir beceri. Kaçınız işini kaybetse farklı bir sektörde çalışıp para kazanmaya başlayabilirsiniz? Ya da el becerileriniz ile kaçınız para kazanabilir? Kamboçya halkı bunu başarabiliyor.

Ben Kamboçya’da gezmeye doğudan başladım. İlk büyük şehir olan Svay Rieng’den yola çıktım ve Phumi Banam’a kadar pedalladım. Oradan Mekong Nehri’ne ulaşacak, ardından nehri kuzeye doğru sağından takip ederek Phnom Penh’e varacağım. Sonrasında, Phnom Penh ile Poipet arasındaki yolu izleyerek Tayland’a geçeceğim. Bu rotada en çok etkilendiğim yerlerden biri, Phumi Banam’dan kuzeye doğru ilerlediğim güzergâh oldu. Yol boyunca gördüğüm manzaralar, insanların yaşam tarzı ve doğanın sunduğu muhteşem görüntüler, hayatım boyunca unutamayacağım bir deneyim sundu bana.

Bazen, bu tür yolculukların insanın zihninde nasıl bir iz bıraktığını düşünüyorum. Bir harita üzerindeki yolları takip ederken, aslında kendi içimizde de yeni yollar keşfediyoruz. Kamboçya’nın toprak yollarında ilerlerken, bir yandan da kendi içime doğru bir yolculuk yapıyorum. Bazen, en güzel yollar asfalt dökülmemiş olanlar oluyor. Yol, yalnızca gidilecek bir yer değil; bir anlam arayışı, bir keşif süreci. Beden yoruldukça zihin açılıyor, toz kalktıkça düşünceler netleşiyor. Ve belki de yolculuğun asıl güzelliği, varılacak yer değil; o yolda öğrenilenlerdir. 

0
    Sepetiniz
    Sepetiniz boş!Mağazaya geri dön